*** Ceyhan Mavi Haber Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni İzzettin Aydemir: Malesef ve malesef önümüzdeki yerel seçimden sonra 29 Mart ın sonrasında 1 Nisan da görüşmek ümidiyle diye bizim açımızdan tehdit gözüyle tehdit atmaya çalışanlar var... ***
Ceyhan Mavi Haber Gazetesi Tarih: 27_03_2009 Cuma saat: 19:17

Gazete İçin Çalışmak mı, Gazeteci Olmak mı?

Gazete İçin Çalışmak mı, Gazeteci Olmak mı?

Gazetecilikte temel ilke basın ahlakına bağlılıktır. İşte her ciddi gazetecinin hiçbir an aklından çıkmaması gereken temel kaide bu kısa cümlede ifade edilmektedir. Gazetecilik mesleğini seçmiş herkesin bu kurala tam olarak riayet etmesi ahlaki bir zorunluluktur. Basın ahlak kurallarının, bir toplumda yüzyıllar içinde, o toplumu oluşturan ve birer sosyal varlık olan bireylerin, ait olduğu kültürel ve sosyal çevrenin şartlarına uygun olarak birbirlerinden etkileşiminin sonucunda oluşan ahlak kurallarına paralel olarak şekillendiği görülür.

Basın ahlak kurallarının ihlali durumunda cezai bir müeyyide söz konusu değildir. Tıpkı toplumdaki diğer ahlak kurallarına uyulmadığı durumlarda olduğu gibi basın ahlak kurallarının ihlali durumunda da toplum veya ilgili kuruluşlarca kınanma ya da en fazla, bu kuralı bozmuş gazetecinin bağlı olduğu müesseseden ihracı gibi bir durum söz konusu olacaktır. Ancak bu son seçenek, basın müesseselerinin genellikle, basın ahlakı konuları üzerinde fazla dikkatli ya da titiz olmadıklarından dolayı sıkça karşılaşılan bir durum değildir.

Bilindiği gibi basın özgürlüğü daha XVIII. yüzyılda kanunen tanınmıştır. 26 Ağustos 1789'da yayınlanan İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi'nin 11. maddesinde yer alan "düşünce ve kanaatlerin özgürce iletilmesi insanın en değerli haklarından biridir. Her yurttaş özgürce konuşup yazabilir ve basım yapabilir. Yalnız yasada öngörülen hallerde bu özgürlüğün kötüye kullamından sorumludur" şeklindeki ifadeyle basının özgür oluğu ilan edilmiştir. Bu tarihten sonra çeşitli ülkelerde yayınlanan farklı bildiri ve kanunlarla da basın özgürlüğü korunmuştur. Ancak bu demek değildir ki, basın her istediğini istediği şekilde yayınlar ve kimseye de hiçbir şekilde hesap vermez. Tabii ki böyle bir şey söz konusu değildir. Her ülkede basın, her ne kadar özgürdür ve kısıtlanamaz şeklindeki ifadelerle yasalarla korunuyor olsa da kanunlarda belirtilen bazı istisnai durumlarda cezai müeyyideye tabi tutulur.

Türkiye'de basına dair ilk kanun, ilk Türkçe gazetenin yayınlanmasından yirmi altı yıl sonra "Matbaa Nizamnamesi" adı altında çıkmıştır (1857). Bu kanunla matbaa kurulmadan önce hükümetten resmi olarak izin alınması zorunlu kılınmıştır. Bu kanun adından dolayı tam anlamıyla basınla ilgili gözükmüyor olsa da matbaa olmadan gazetelerin basılamayacağı düşünüldüğünde aslında bu nizamnamenin, gazetelerin mantar gibi çoğalmasını önlemek maksadıyla çıkarılmış bir kanun olduğu anlaşılır.

Bundan sonra sırasıyla yürürlüğe konan 1858 Basın Tüzüğü, 1864 Tüzüğü, 1867 Ali Kararnamesi ve 1877 Matbuat Tüzüğü ile basın tarafından iktidara karşı yürütülen aleyhtar tavır dizginlenmeye çalışılmıştır. Mebusan Meclisi tarafından 18 Temmuz 1909'da kabul edilen Matbuat Kanunu ise 1931 yılında hazırlanan diğer bir Matbuat Kanunu'na kadar yürürlükte kalmıştır. 1931 kanununda, 1909 ve daha öncekilerde olduğunun aksine gazete ve dergi çıkartmak için hükümetten ruhsat alınması zorunluluğu kaldırılmış, yalnızca konuyla ilgili hükümete bir bildiri verilmesi şart koşulmuştur.

Yine bu kanunda diğerlerinden farklı olarak, mevkute yöneticilerinin yüksek öğrenim görmüş olmaları şart koşulmuş, diğer hükümleriyse öncekiler gibi yine kısıtlı bir basın özgürlüğü tanımıştır. 1938 yılında Matbuat Kanunu'nda yapılan bir değişiklikle yayın çıkarabilmek için yeniden hükümetten izin alma zorunluluğu getirilmiş ve basın üzerindeki denetim oldukça sıkılaşmıştır. Bu durum 15 Temmuz 1950'de kabul edilen diğer bir Basın Kanunu'na kadar devam etmiştir. Bu kanun büyük ölçüde bir özgürlük sağlamış ancak bu durum ülkede iktidar el değiştirdikçe ülkede oluşan sosyo politik durumlara uygun olarak basın özgürlüğü aleyhine çeşitli değişikliklere uğramış ve bu kanun, sonradan yapılan birkaç değişiklikle günümüze kadar gelmiştir. Buna rağmen basın özgürlüğü 1982 Anayasası'yla da garanti altına alınmaktadır.

Anayasa uyarınca, basın hürdür ve sansür edilemez. Basımevi kurmak, izin alma ve teminat yatırma şartına bağlanamaz. Herkes düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek basına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet, fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar. Her ne kadar "basın hürdür ve sansür edilemez" şeklindeki kesin kayda rağmen, tüm ülkelerde olduğu gibi Türk Anayasası'nda da basın hürriyeti bazı durumlarda sınırlandırılmıştır. Devletin iç ve dış güvenliğini, ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü tehdit eden veya suç işlemeye, ayaklanmaya veya isyana teşvik eder nitelikte olan ya da devlete ait gizli bilgilere ilişkin her türlü haber veya yazıyı yazanlar, bastıranlar, basanlar bu suçlara ait kanun hükümlerince suçlu olurlar. Yine, süreli veya süresiz yayınlar kanunun gösterdiği suçun sooruşturma veya kovuşturmasına geçildiğinde, milli güvenliğin, kamu düzeninin ve genel ahlakın korunması bakımından toplatılabilir ve devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne, cumhuriyetin temel ilkelerine, milli güvenliğe ve genel ahlaka aykırı yayınlardan mahkum olma halinde kapatılabilir.

Görüldüğü gibi gerek 1950 Basın Kanunu'nun 1. maddesinde yer alan "basın serbesttir" ve Anayasa'da belirtilen "basın hürdür ve sansür edilemez" kayıtlarına rağmen basın hürriyeti devletçe belirli ölçülerde sınırlandırılmıştır. Zaten pek çok ülke tarafından resmi ve kuramsal olarak kabul edilen basın özgürlüğü, gerçekte çok az ülkenin tam anlamıyla uyguladığı bir ilkedir. Basın özgürlüğüne en büyük saldırının yapıldığı ülkeler diktatörlükle yönetilseler de "demokratik" olarak nitelendirilen bazı ülkeler de bu konuda eleştiriyi hak etmektedirler. Dünyanın her yerinde basının işlerine karışmasını istemeyen siyasal partilere, bağımsız hareketlere bağlı baskı gruplarına veya hükümet sorumlularına rastlanmaktadır. Ancak tüm bu zorunlu sınırlamalara ve sansüre mahal vermemek gerçekte basının kendi elindedir. Bu da basının kendi kendini denetlemesiyle yani otokontrolle mümkün olur. Otokontrol yöntemiyle kendi kendini denetleyen basın, çok daha sağlıklı bir çalışma ortamına sahip olabilecek ve bu da basının toplumsal görevlerini yerine getirmesini kolaylaştıracaktır.

Gazeteciler ve basın kuruluşları otokontrol yöntemiyle; hükümetlerin aldığı zorlayıcı tedbirlerin neticesinde istenmeyen yazılardan dolayı gazetenin sansüre uğraması önlenecek ve güvenilirliği tanınarak belki de uzun vadede basına olan kısıtlamalar en alt seviyeye kendiliğinden inecektir. Bunun yanısıra, hükümetlerin aldığı zorlayıcı tedbirlerin etkili omadığı ahlak ve sağduyu kurallarının dışına çıkıldığında, oluşturulan bu içdenetim sayesinde mevcut yasanın boşlukları da doldurulabilecektir.


Demek oluyor ki, basında uygulanacak otokontrol yöntemiyle gerek basın özgürlüğünün kötüye kullanılması, gerekse devletin basın alanına müdahalesi önlenmiş olacaktır. İşte basının kendi kendini denetlemesi olarak nitelendirilen bu durumda, devreye basın ahlak kuralları (ilkeleri) girmektedir. Gazetecilik mesleğinin sürdürülmesini sağlayan kurallar bütünü olarak adlandırabileceğimiz basın ahlak ilkeleri, haber verme özgürlüğünü desteklemeyi, kamuya sunulan haberlerin inandırıcılığını sağlamayı, basına devlet müdahalesinin önünü kesmeyi ve gazetecilik mesleğinin hak ettiği saygınlığı kazanıp korunmasını amaçlamaktadır.

Bir basın kuruluşunda çalışan ve hangi konumda olursa olsun, her gazetecinin bilmesi ve tam anlamıyla uygulaması gereken basın ahlak kuralları, hem o gazetecinin hem de mensubu olduğu basın kuruluşunun inanılırlığını ve genel olarak da gazetecilik mesleğinin saygınlığını artıracaktır. Herşeyden önce iyi bir gazeteci kamu görevi yaptığının bilincinde olmalı ve toplumun kendisinden neyi isteyip neyi istemeyeceğini, nelerin gerçekten kamuoyunu ilgilendireceğini tahmin etmelidir. Basının görevlerini ve toplumda oynadığı rolün önemini bilerek, görevini tam olarak yerine getirdiğinde iyi bir toplumun oluşmasında ne tür katkılarının olabileceğini kendine sorması ve bunun yanıtlarını ciddi bir şekilde araştırması gerekmektedir. Sorumluluğu ahlaksal görev ve zorunluluklarını bilerek, ne yapması ve ne yapmamasınn bilincinde olan gazeteci, basının gerçek rolünü kendiliğinden anlamış demektir. Hem özgür hem de sorumluluğunu bilen basın, görevini en iyi şekilde yerine getiren basındır.

Gazetecinin en önemli görevi doğru ve tarafsız haber vermektir. Gazeteci olay ile kamuoyu arasındadır. Aynı zamanda hem yargıç hem taraftır, hem haber ileten hem vatandaştır. Eğer dikkatli olmazsa tarafsızlığını kaybedebilir ve yönlendirebilir. Sonuç olarak da halkı doğru haberden yoksun bırakmış olur. Bir gazeteci meslek etiği icabı kesinlikle tarafsızlığını korumayı bilmelidir. Çünkü bu durum gazetecinin belirli çıkar grupları tarafından kullanılmasına izin verebilir ki bu durum mesleğin saygınlığının zedelenmesine yol açacaktır.

İyi bir gazeteci, suçlu olduğu yargı kararıyla onaylanmadıkçakimseyi suçlu ilan etmemeli, yazısında kullandığı sıfatlara dikkat etmelidir. Örneğin, cinayet suçuyla yargılanan bir sanık için hakkındaki hüküm kesinleşmedikçe kesinlikle "katil" sıfatı kullanılmamalı, "cinayeti işlediği iddia edilen kişi" şeklinde belirtilmelidir. Aksi halde kişi, ileriki duruşmalarda beraat etse bile basın o kişiyi çok önceden yargılamış ve suçlu ilan etmiş olacak, bu durum ise suçsuzluğu mahkemece onaylanmış kişinin, basında hakkında çıkan haberlerden dolayı kamuoyunda hakkında yanlış fikirler oluşmasına sebep olarak kişiye zarar vermiş olacaktır ki, bu durum kesinlikle basın ahlak ilkelerine aykırı bir durumdur.

Sorumluluğunu bilen bir gazeteci saklı kalması kaydıyla kendisine verilen bir bilgiyi, mesleki açıdan kendisine büyük yararlar sağlayacağını bildiği halde, kamu yararı ciddi bir biçimde gerektirmediği müddetçe yayınlamamalıdır. Verilen sözde durma, insanları incitmekten sakınma gazeteci için uyulması gereken bir ahlaki kuraldır. Gazetecilik mesleği bir güven sözleşmesine dayalıdır.

Yine taşıdığı sorumluluğun bilincinde olan bir gazeteci, kişilerin özel yaşamını, kamu çıkarlarının gerektirdiği durumlar dışında yayın konusu yapmamalıdır. Maalesef bu konu son zamanlarda özellikle magazin basınında oldukça büyük tartışmalara sebep olmaktadır. Başkalarının çöplerini arayıp karıştıran ve kişilerin çirkin yönlerini yakalayıp deşifre eden gazetecilerin ahlaka uygunlukları yoktur. Yine, üzüntülü bir olay sonrasında bu olaydan zarar görmüş insanların acılı anlarında göstermiş oldukları tepkileri yakalayabilmek için ya da bu kişilerin olay daha çok tazeyken görüşlerini alabilmek için peşlerinde dolaşıp, en iyi (acıklı) fotoğrafı ya da en iyi sözü yakalamak için atmacalar gibi etraflarında dolanıp durmaları ne derece doğrudur? Bunun basın ahlakıyla bağdaşan bir yanı var mıdır?

Basın kuruluşlarında çalışan bir kısım gazeteci bu davranışı doğru bulmasa da bu tür davranışlarda bulunabiliyorlar. Çünkü patronu kendisinden olay yerine gitmesini, en çarpıcı haber ve fotoğraflarla dönmesini istemiştir. Gazeteci ise ne pahasına olursa olsun patronunun isteğini yerine getirmek zorundadır. Gerekirse kişinin özel yaşamına müdahale edecek, aleni veya gizli bir şekilde takip etmesi istenen kişiyi izleyerek aleni veya gizli bir şekilde en mahrem fotoğraflarını yakalayacak ya da herhangi bir kaza sonrasında olay daha çok tazeyken kederden kıvranan insanları görüntüleyecek veya onlara konuyla ilgili sorular sorarak acılarının daha da artmasına sebep olacaktır. Hoşuna gitse de gitmese de bunları yapacaktır. Aksi halde kendisini ve ailesini riske atacaktır. Çünkü baş kaldırma nedeniyle işinden olması ve onun yerine görevi yapmayı kabul eden diğer bir muhabirin kadro için ya da daha iyi bir mevki için avantajlı duruma geçmesi söz konusu olacaktır. Muhabir için söz konusu olan bu durum editör için de geçerlidir. Diğer gazetedeki meslektaşlarının istediği ve muhabirleri vasıtasıyla elde ettiği materyalleri, meslek ahlakına bağlılığından dolayı istemeyen bir editör, patronu tarafından istenmeyen kişi durumuna gelebilecektir. Türkiye'de birçok basın kuruluşunda bu tür durumlara maalesef hâlâ sıkça rastlanmaktadır.

Gerçekte, bir kişinin hareketi diğer bir kişinin sorumluluğu altına verilemez. Örneğin tetiği çekmeye azmettiren bir kişinin varlığına rağmen, son karar tetiği çeken kişiden çıkar. Dolayısıyla karar kişinin kendi iradesine ve sorumluluk duygusuna bağlıdır. Görülüyor ki gazetecilerin üzerindeki baskılar önemli bir orandadır. Çalışmalarının içerikleri üzerindeki baskılar oldukça gelişmiş ve etkileyicidir. Bu baskılar siyasal, ekonomik, toplumsal veya ailevi olabilmektedir.

Doğrudan ya da dolaylı olarak yürütülen bu baskılar, gazetecileri olumsuz yönde etkilemektedir. Yine gazetecilerin maaşlarının düşüklüğü de gazeteciyi meslek ilkelerine uymakta tereddüde düşürebilmektedir. İlan ya da reklam niteliği taşıyan haberleri yayınlayarak ve bunları taraflı bir şekilde yazarak meslek ilkeleri çiğnenmekte, buna karşılık bedava ürün, bedava seyahat gibi hediyeler kabul edilmektedir. Tüm bunlar gazetecilik mesleğiyle bağdaşmayan davranışlardır. Gazeteci, şirketlerden ya da kurumlardan gelen hediyeleri uygun bir şekilde reddetmeyi bilmelidir. Ya da haberini yapması istediği şirket çalıştığı gazeteye bolca reklam veriyor diye o şirketin yeni ürünü göklere çıkartılmamalıdır. Patronu kendisinden böyle bir haber yazmasını istese bile. Gazeteci, ne koşulda çalışırsa çalışsın mesleğine zarar getirecek davranışlardan kaçınmalı, meslek saygınlığına gölge düşürmemelidir. Zaten bir gazetecinin kalitesi ve meslek ilkelerine bağlılığı, kendisine yöneltilen "ne iş yapıyorsunuz?" sorusuna verdiği cevaptan açıklıkla anlaşılabilecektir. Bu sorunun cevabı "gazete için çalışıyorum" değil, "gazeteciyim" olmalıdır.

Tüm bu olumsuz koşullar, gazeteciye yasal bir düzenleme ile sağlam bir konumun tanınmasının ne denli önemli olduğunu göstermektedir. Çalışma koşulları düzeltilmeli, sağlam bir zemine oturtulmalıdır. Aksi taktirde işvereni ile çatışmaya girebilecek olan gazeteci basın meslek ilkelerine bağlılığından dolayı zarar görebilecektir. Dolayısıyla sadece muhabirlerin ya da daha üst seviyedeki yöneticilerin meslek etiğine bağlılıkları yeterli değildir. Sadece kâr amacı güden gazete patronlarının da bu düşünceden sıyrılarak meslek etiğine uygun davranışlar sergilemesi ve elemanlarını da buna teşvik etmesi gerekmektedir.

Ancak bu koşullar düzeltilene kadar da gazeteci, içinde bulunduğu şartları bahane ederek meslek etiğine aykırı davranışlara kesinlikle yönelmemelidir. Görevini ve sorumluluğunu iyi bilen bir gazeteci, yalnızca mesleki saygınlığı ile bağdaşan görevleri kabul etmeli, adalet kaygısı ve titizliğini her zaman birinci derecede önemli kurallar olarak göz önünde tutmalı, herşeyden önemlisi doğru ve tarafsız haber yaparak, basın özgürlüğünü kendi çıkarları için kullanmamalıdır. Bu ve buna benzer basın ahlak kurallarına bağlı olan gazeteciler, mesleğin saygınlığını koruyacak hatta daha da artıracaktır.

Bu nitelikte gazetecilerin yetişmesi hem toplum, hem devlet hem de gazetecilik mesleğinin kendisi açısından son derece faydalı olacaktır. Kanaatimce bunun için en uygun yol, basın kuruluşlarının eleman seçerken daha seçici olması ve az parayla çalışan, biraz yazı yazmayı beceren ve patronunun istediği her habere gözü kapalı koşacak türden elemanların yerine, genellikle gazetecilik okullarında eğitim görmüş, mesleğin tüm detaylarını öğrenmiş ve bu mesleğin önemini, değerini kavrayan nitelikteki kişileri istihdam etmeleridir. Yani "gazete için çalışan elemanlar"ı değil, "gazeteciler"i seçmeleridir. Ekvator, Şili, Paraguay gibi ülkeler gazetecilik mesleğini yapabilmek için gazetecilik diplomasına sahip olmayı şart koşmuşlardır. Bizde neden böyle olmasın? Alt yapıya ağırlık verilerek önümüzdeki birkaç yıl içinde yapılacak düzenlemelerle bunu mümkün kılmak olasıdır. Sorumluluğunu bilen ve özgür basın, görevini en iyi şekilde yerine getiren basındır. Özgür basın ise bir ülkenin kalkınmışlığının ve sağlam demokratik düzene sahip olduğunun en önemli göstergesidir.

BİBLİYOGRAFYA

· İNUĞUR, M. Nuri, Basın ve Yayın Tarihi, Çağlayan Kitabevi, (İstanbul 1982), s. 200-205.

· ÖZGEN, Mahmut İhsan, Basın Ahlak Kuralları ve Yasalar, Kardeşler Basımevi, (İstanbul 1988), s. 56-62.

· ÖZGEN, Murat, Kurumsal-Kuramsal ve Tarihsel Açıdan: Gazetecinin Etik Kimliği, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Yayınları, (İstanbul 1998), s. 49.

· TAVUZ,Yusuf, Basın Rehberi, Başnur Matbaası, (Ankara 1969), s. 7.

· TOPUZ, Hıfzı, 100 Soruda Türk Basın Tarihi, Gençlik Yayınevi, (İstanbul 1973), s. 97.

· YÜCEDOĞAN, Güleda, Türkiye ve Fransa'da Gazeteci Kimliği Sorunu: Kanunlar ve Etik Değerler Açısından, İ.Ü. İletişim Fakültesi Yayınları, (İstanbul 1988), s. 27.



KAYNAKLAR

1 Murat Özgen, Kurumsal-Kuramsal ve Tarihsel Açıdan: Gazetecinin Etik Kimliği, Türkiye Gazeteciler
Cemiyeti Yayınları, (İstanbul 1998), s. 49.
2 M. Nuri İnuğur, Basın ve Yayın Tarihi, Çağlayan Kitabevi, (İstanbul 1982), s. 200-205.
3 Hıfzı Topuz, 100 Soruda Türk Basın Tarihi, Gençlik Yayınevi, (İstanbul 1973), s. 97.
4 Hıfzı Topuz, a.g.e., s. 151.
5 Güleda Yücedoğan, Türkiye ve Fransa'da Gazeteci Kimliği Sorunu: Kanunlar ve Etik Değerler
Açısından, İ.Ü. İletişim Fakültesi Yayınları, (İstanbul 1988), s. 27.
6 Mahmut İhsan Özgen, Basın Ahlak Kuralları ve Yasalar, Kardeşler Basımevi, (İstanbul 1988), s. 56-62.
7 Yusuf Tavuz, Basın Rehberi, Başnur Matbaası, (Ankara 1969), s. 7.

(Nisan 2001)

Araştırma Görevlisi Belkıs Ulusoy


Hiç yorum yok:

26 Eylül 2007 tarihinde Ceyhan’da, İzzet Aydemir önderliğinde yayın’a merhaba diyen Ceyhan Mavi Haber Gazetesi, adını 2005 yılından bu yana Ceyhan'da yayın yapan Mavi Radyo'dan almıştır. Ceyhan Mavi Haber'in ilkesi: tarafsız ve Objektif habercilik. Ceyhan Mavi Haber yayın hayatına başladığı gün itibarıyla, Ceyhan'ın sorunlarını gündeme getirerek, Ceyhan Mavi Haber Ceyhanlıların sesi olmuş ve Ceyhan Mavi Haber Ceyhan'da gündem yaratan haberleriyle büyük takdir toplamaktadır.

Ceyhan Mavi Haber
outils webmaster outils webmasteroutils webmaster
30 . 01 . 2009